ZAMANA DİRENEN HAKİKAT
Kimse çok iyi değil bu günlerde. İyi olmak ayıp bile sayılabilir. Beni sorarsanız bu kederli zamanları, bu kolektif depresyon halini biraz olsun ışıtmak için elimden geleni yapıyorum. Üretim ve meşguliyet iyi gelen şeyler ama bazı boşluk anlarında dünyanın kederi içime doluveriyor. Ölümün, insanların ve insanlığın başına gelen felaketlerin bu denli kanıksandığı bir dönem hatırlamıyorum. Ömrü hayatımda pek çok felaket gördüm hem kişisel hem ülkesel hem de küresel düzeyde ama bu bir başka sanki. Kıyaslamak istemiyorum daha önceleri yaşananlarla, belki de farklı olan her duruma yakın tanıklık edebildiğimiz bir zamanda yaşamamız. Sosyal Medya sayesinde bütün ölüm yatakları evimizde, cenazeler sokağımızdan kalkıyor gibi.
Bütün bu yoğun etkileşim sahte, çarpıtılmış bilgi bombardımanı arasında doğrunun ne olduğundan hiç emin olamıyorum, sürekli bir kuşku bulutunun içindeyim sanki. Yıllar sonra geriye bakılınca pek çok durumun daha net görüleceği kesin. Şimdilerde “binmişiz bir alamete…” durumu daha çok da yaşanan…
Bazen eski yazdıklarımı okuyorum ve yazıldığı sıralarda beni çok heyecanlandıran bazı metinlerin o kadar da parlak olmadıklarını görüyorum. Bazıları ise şimdi daha çarpıcı ve anlamlı geliyor. Zaman nasıl da acayip bir şey. Bir ceninden, küçücük bir bebekten yaşlılığa doğru giderken sonsuz kayıt yapıyor beyin. Hiçbiri silinmiyor ama silikleşiyor bazıları. Hatırlayabilmek için unutmamız gerekiyor. Bir zamanlar bizim için çok değerli ve önemli olan bir insan, bir durum bir süre sonra heyecan taşımayan bir uzaklığa göçüyor. Bellek o geçmiş duyguyu silmiyor, gizli bir yere saklıyor sanki.
Her şey yıpranıyor, epriyor; dün pırıl pırıl olan silikleşiyor. Dünün kıymetlisi bugün yerlerde sürünebiliyor. Ve şimdilerde inanılmaz bir hızla gerçekleşiyor bu.
Yazdığımız metinler için de geçerli bu. Yargı taşıyan, gerçeğin sahibi benim ve bunu size söylüyorum edasıyla yazılmış metinler daha fazla yıpranmaya mahkûm. Kendi söylediğinde bile bir kuşku payı taşıyan metinler ise zaman içinde olup bitenle kolay eskimiyor. Bazen yargı taşıyan ve şimşekleri üstüne çeken bir metin yıllar sonra haklı çıkabiliyor. Bir zamanlar çok kızdığımızın söylediğine gelebiliyoruz zaman içinde. “Beni linç ettiniz bunu söylediğimde ama bakın haklı çıktım” diyenler oluyor. Bütün mesele metinlere bir kutsallık algısıyla yaklaşmamızda belki de.
Şiirin, edebi metinlerin güncel yazılardan farkı imge ve kurguyla bize başka düzlemlerden seslenebilmeleri. Metinlerin yazıldıkları zamanlar önemli kuşkusuz ama kimileri sonsuzluğa doğru söylenmiş sözler sanki. İnsanlık durumlarını irdeleyen metinler özellikle. Yüzyıllar geçse de öylesine sahiciler ki hala. Bugün yazılmış gibiler.
Yüzyıllar, yüzyıllar boyunca insanı, varoluşu anlamaya, anlamlandırmaya çalışmışız. Müzelerde bizi büyüleyen araç gereç ve mücevherler geçmişten gelen o inceliği, estetik duyuşu, insan olmanın temel meselelerini fısıldıyor sanki. Hayran kaldığımız mozaikler, heykeller yaşamadığımız bir geçmişle bağımızı oluşturabiliyor. Yakaladıkları bir büyü var sanki. Bir ölümsüzlük otunu tatmış gibiler bazıları.
Debelenip duruyoruz hayattan payımıza düşenle. İnsanlar arasından bir insanız, hayatlar içinden bir hayat bizimkisi ama biriciğiz ve biricik bir hayatımız var aynı zamanda. Kendimiz olan bu insana ve bu biricik hayata büyük bir anlam katmamız da olasıdır her zaman.
Bu zor zamanlar, bu ölüm kalım günleri geçtiğinde yeni baştan başlayacağımız hayatımız farklı bir dünyada gerçekleşecek. Ölümle burun buruna geldiğimiz, büyük kayıplar verdiğimiz bu günlerden farklı bir olgunlukla çıkmış olacağız diye umut ediyorum.
Bir gün, şimdilerde çok anlam yüklediğimiz bazı didişmelerin ne kadar önemsiz olduğunu fark edeceğiz. Pırıltısını yitiren pek çok şey değersizleşmiş olacak gözümüzde. Zamana direnen hakikat ise bir yer bulabilecek kalplerimizde.