Zamansız Karalamalar: Varoluş, Zamansallık ve Yüzleşme
Bir geçmişe, şimdiye ve bir dizi olasılığa sahip varlıklarız. Zaman dediğimiz akış bu üçlünün, yani geçmişin, şimdinin ve geleceğin birliğinde anlaşılmalı. Bu Heidegger’in deyişiyle zamansallıktır. Kişinin kendisini içerisinde oluşturduğu zamansallık.
Zamansallık içinde ölüme doğru hareket halindeyiz. Tam da bundan dolayı kişi deneyimlerinin ve kararlarının sorumluluğunu alabilen, yaşamını ve ilişkiselliğini etkin bir kavrayış ile anlamaya çabalayan varlıktır. Ölüme yönelmiş varlığımız, kendi zamansallığımızla ilişki içinde oluşa gelir. Ölüm bir zorunluluktur fakat ölüme yönelmiş varlığımız kendi zamansallığında bir ilişkisellik ve devinimdir.
Bu dünyaya fırlatılmışsak eğer -ki fırlatılmışız- bundan ancak etkin bir kavrayış ve zamansallıkla girdiğimiz ilişki ile kurtulabiliriz. Kişi hayata seyirci veya onu temaşa eden değil, ona katılan, sorumluluk alan, dönüşen, dönüştüren ve bir yaşama etiği geliştiren oluştur. Kişi, ölümle nihayete eren oluştur / olmaklıktır.
***
Varoluşun zamansallığı içerisinde soru sormadan, eylemlerini sorunsallaştırmadan, yaşamını eleştirel bir akıl ile kavrama çabasında bulunmadan kendisini akışa bırakan kişi, kendisini kendi hakikatinden de mahrum bırakır, yabancılaşır.
Çoğu insan kendi deneyimlerinin sorumluluğundan kaçmak ve eylemlerinin, kararlarının yükünü sırtlanmamak için kendisine sorular sormaz. Bunun yerine kendisine -adına bahanelere de sığınmak diyebileceğimiz ama bundan çok öte olan- çeşit çeşit menkibeler anlatır, kendi yazdığı kişisel resmi tarihine körü körüne tapar. Çünkü böylesi çok daha kolaydır. Ortada baş edilecek bir kriz, yüzleşilecek bir öz deneyim veya sorumluluğun ağırlığı yoktur.
Oysa kişi, ancak kendi yazdığı ve inandığı resmi tarihi ile öz-eleştirel bir yüzleşme sürecine girerek özgürleşme potansiyellerini çoğaltabilir. Böyle bir yüzleşme deneyimini göze alamayan, bunun yerine kendi hakikatinden kaçarak kişisel resmi anlatıların gölgelerinde yaşayan kişiler hep bir huzursuzluk ve düşmanlık halini beslerler. Bir nevi kendi geçmişlerini, kendi tutsaklıklarında hapsederler.
***
Burada iki yönlü bir esaret vardır. Kişi menkibelerle bastırdığı ve yüzleşmeyi bekleyen geçmişinin salgıladığı kötü duygulanımların esareti altındadır. Öte yandan bu ilişkiselliği ters çevirecek olursak, derinlere bastırılan geçmiş de aynı şekilde kişinin felç edici duygulanımlarının esareti altındadır.
Yani bir yandan bastırılan geçmişin hayaletleri kişiye dadanırken, diğer yandan kişinin kendisi de geçmişinin üzerinde kanser edici bir tümör gibi uzanmaktadır. Bu günün sonunda bir çeşit decadence’a, yani çürümeye yol açar. Eleştirel akıl etkin olmaktan çıkıp kötü, varlığı güçten ve potansiyelinden düşüren aşırı duygulanımların tahakkümü altındadır.
***
Nefret bu duygulanımlardan sadece biridir. Birinden nefret eden kişi, kendi konumuna kör kesilir. Kaldı ki kişi nefret ederken aynı zamanda nefret tarafından, nefret ile girdiği ilişkisellik içinde yeniden kurulur. Nefret, kişiyi özneleştirir. Siz nefret ettiğinizi ve bunu kontrol ettiğinizi sanırsınız. Oysa nefret sizi şekillendiren, felç eden, yöneten ve güçten düşüren kurucu bir güce dönüşür. Nefret ve hınç gibi kötü duygulanımların üzerinden gelemeyen kişi, menkibelerine, kişisel resmi tarihine sığınır. Yüzleşmekten kaçınır. Kendi varoluşunun sorumluluğunu da alamaz. Bunun yerine hep çeşit çeşit ötekiler arayarak, yaralanmışlığının bedelini bu ötekilerin üzerine atar veya oralarda arar. Kendisini, ötekinin yansımasında kurmaya çalışan kişi özgürleşmekten kaçan ve kendisine yeni kutsallar arayan kişidir.
***
Ölüme yönelmiş varlıklar olarak anlamı ancak zamansallığımız içinde kurduğumuz ilişkilerde bulabilir, yaratabiliriz. Bununla bir öze değil, tam tersi tarihselliğe gönderme yapılmaktadır. İnsanın özü yoktur, tarihselliği içerisindeki oluş süreçleri vardır.
Tam da ölüme yönelmiş olduğumuzdan ve varoluş ancak ölümle tamamlanacağından dolayı, eksik varlıklar olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor. Antik Yunan filozoflarının “Kendini bil” çağrısından çıkartacağımız en önemli bilgi belki de budur. Varoluşun eksikliğini ve tarihselliğini kavradığımız an kişinin kendisiyle, geçmişiyle ve ilişkiselliğiyle yüzleşme süreçlerine daha kolay girişebileceğini de görürüz.
Kişi ancak geçmişi ve deneyimleriyle özeleştirel bir ilişki kurabildiği oranda geleceğe yönelik olmaklık potansiyellerini de geliştirebilir, yönetebilir. Bu tam da varoluşun sorumluluğunu alabilmekle sıkı sıkıya bağlı bir süreçtir. Kendi resmi tarihiminizin tahakkümünden kurtularak, bu tahakkümün bastırdığı geçmişimizle yeni ilişki denemelerinde bulunmak…
FOTO: Andrew Baines, The search for meaninglessness