Zarıncayıp durma, halleri…
Bu yazıyı yazarken, Türkiye'deki seçimlerin ve UBP Kurultayı'nın sonuçlarını bilmiyorum.
Ama görünen o ki Türkiye'deki seçim sonucu ne isterse olsun, seçim sonrası siyasi,ekonomik, demokratik pek çok sorun Türkiye'de yaşanacak. Ne acı, seçim çözümcü sonuç değil, çözülmesi gereken sorunlara yeni ilaveler ekleyecek...
UBP'de ise, Kurultay sonucu ne istese olsun, siyasi ve örgütsel pek çok sıkıntı yaşanacak. Bu sarsıntı, Kıbrıs Türk Toplumunun iç siyasi ve ekonomik dengelerini sarsacaktır.
Seçimler ile ilgili değerlendirmeleri sonraya bırakarak, başka bazı noktalara değinmek istiyorum.
Türkiye'deki seçimde hep birlikte seçime katılan siyasi partilerin seçim vaatlerini izledik. Ekonomik vaatlerde, daha ziyade çalışan insanlara ve en geniş toplum kesimlerine dönük ekonomik vaatler vardı.
Asgari ücret artışından tutun, işsizlik sigortasına, emekliliklere, çalışanlara, polis, asker, kamu görevlilerine dönük maaş artış vaatleri aldı başını gitti.
7 Haziran seçimlerinde, bu kesimlere dönük vaatlere yönelik olarak muhalefet partilerinin önerdiklerini, " vaatlerinizin kaynağı nerededir" diye soran AK Parti siyasi sözcüleri, 1 Kasım seçimlerinde kaynak sorma, ya da tartışması yerine, kendileri de ekonomik vaat yarışına koyuldular.
Kaynak meselesi de hemen hemen hiç ele alınmadı.
Türkiye toplumunun, "hırsızlar ve hainler" olarak ortadan yarıldığı bir atmosferde karşılıklı bu duruşlar gelişti, bu çok şeye gebedir.
Biz bunu çok yaşadık. Kıbrıs Türk Toplumu olarak ayni bölünmeyi biz, defalarca yaşadık.
"Haniler" olarak tanımladıklarına, "milli görevler ve hedefler için" iktidarı kaptırmamak için, "Denktaş -UBP" ittifakı, ya öncesinde ya da seçim sırasında, peşin maaş uygulaması adı altında çift maaşlar, kamuda istihdam furyası, sosyal sigortalardan erken emeklilikler, sağlık ve eğitim sistemlerinde mesaiyi saat bir olarak düzenlemelere, tarımda yüksek taban fiyatlarına kadar, daha neler neler yaptılar.
2002'de yaptıkları! Eşel Mobil'in Brüt maaş üzerinden, hem de iki ayda bir uygulanması. Bütün bunları da Türkiye'den aktarılan kaynaklara dayanarak yaptılar. Üretkenlik, kaynak meselesi, hiç ama hiç sorgulanmadı.Dertleri iktidarı, "hain" diye tanımladıklarına kaptırmamaktı.
1998 seçimlerine Kişi Başına Düşen Milli Geliri, 10 bin dolara yükseltecekleri,15 bin yeni istihdam yaratacakları, tarımda yüksek taban fiyatı verecekleri ve daha ne vaatlerle seçime girmişler ve kazanmışlardı.
Sonucu ne oldu? 2000 itibarı ile Bankalar battı, memleket ekonomik krizlerin en derinlerinden birini yaşadı. 2003'e geldiğimizde de kişi başına düşen milli gelir 5 bin dolardı.
2009 seçimlerinde ise elektrik fiyatlarını, araç ruhsatlarını düşürecekleri, çalışanlara maaş artışı verecekleri vaatleri ile sendikalarla da protokoller imzalamışlardı.
Ne oldu?
Seçim sonrası Eroğlu liderliğindeki UBP "İKBALİNDEN", 2009 paketi çıktı.
Sonrası malum. Hala acısını yaşıyoruz…
Şimdi bütün bu yaşadıklarımızın acısını, kamuya giren gençler, düşük maaşa talim ederek yaşıyor. İşsizlikle yaşıyor. En geniş kitleler, gelirlerinin erimesi ile esnaf, üretici, iş insanları, ağır faturalarla yaşıyor.
Devlet, ağır iç ve dış borçlar altında. İnsanlarda, devletin bu ağır borç yükü nedeni ile yatırım, yada sosyal alanlarda yapması gerekenleri yapamaması ile gereken hizmeti alamıyor.
Üstelik uygulanan bu model ile insanlarda, şahsi olarak bankalara dönük ağır borç yükü altına girdi, eziliyor. Hep birlikte "hainlerden" devleti koruma, ama gerçekte, iktidarı kaptırmama nedeni ile oluşan ortamda, ZARINCAYIP duruyoruz. Bundan sonra Türkiye'de olacak olanları da yaşayıp göreceğiz. "Hırsızlar, Hainler" olarak oluşan yarılmanın acı sonuçları, uzun zaman sürecek.....
E,ŞİMDİ NE OLACAK?
Şimdi gelelim meselenin püf noktasına. 2009'dan sonra, "tüketimi azaltma ve tasarruf tedbirleri" adı altındaki ekonomik uygulamalar gündeme girdi.
Bu durumun oluşmasının esas sorumlusu olan siyasi anlayış ise bu kez, maaş ve ücretlerin yüksekliğinden söz etmeye başladı.
Bunların anlı şanlı, sözde genç ve reformcu sözcüleri, yağ çekmek içinde Türkiye'den genel siyasilerin önünde, kendi insanını müzevirlemeye başladılar.
"Bizde, bir memurun emekli ikramiyesi, TC Genel Kurmay Başkanından fazladır" demeye başladılar.
Üstelik özel sektörün kimi temsilcileri de maaş ve ücret yüksekliği nedeni ile rekabet gücümüzün kalmadığından söz ettiler.
Böylece tüketimi kısma için ağır dolaylı vergiler ve ücret baskılaması gündeme girdi. "Tüketimi kısacağız" lakırdılarının yüksek perdeden dile getirildiği zamanda da, bankaların, özellikle kamu çalışanlarına dönük elli maaş karşılığı tüketim kredisi verme uygulaması da ayni iktidar ve anlayış tarafından da tetiklendi.
Kredi kartı furyası ile de bu birleşince, al başına en zoru. En geniş halk kitlelerinin ağır borç altına girmesi gelişti...
Şimdi merak ediyorum.
Türkiye'de bu seçim sonucu ne isterse olsun, artacağı açık olan kamu çalışanlarının maaş ve sosyal menfaatleri ile asgari ücret ile diğer özlük haklarla birlikte, Türkiye ile aramızda oluşacak ve daha da açılacak olan gelir farkı nedeni ile siz, bu topraklarda en önemli "sermayeniz"olan insan faktörünü nasıl tutacaksınız?
Niye artık insanlar gelsin ve bizdeki pahalı yaşam koşulları içinde, Türkiye ile hemen hemen ayni, hatta daha altında olacak olan maaşlarla burada çalışsın. Niye mühendisimiz, doktorumuz, öğretmenimiz, eğitimli insanımız gelsin de Türkiye'nin çok altındaki ücretlerle burada çalışsın?
Üstelik, artık TC yurttaşlığına geçmek de çok olanaklı. Evet, bu politika ile dün bize "bu yüksek ücretlerle Türkiye ile rekabet edemeyiz" masalı okuyan iş insanları, bu seçim sonrası, Türkiye'de oluşacak olan ücret artışlarının çekim gücünü, siz en önemli servetimiz olan emek ve kalifiye insanımıza dönük olarak nasıl koruyacaksınız?
Ne olacak? O zamanda Vietnam yada dünyanın yoksul başka ülkelerinden bu adaya getireceğiniz insanlarla emek üretkenliğinde siz, toplumsal varlığı ve kendinizi koyabileceğinizi mi zan ediyorsunuz?
Gençler işsizlik, ya da düşük ücretlerin iticiliğinden Türkiye, ya da başka yerlere gidecek ve siz toplumsal varlığın korunmasından mı söz edeceksiniz?
Evet, bu seçim sonrası pek çok şey yanı sıra bunlar da yaşanacaktır…
Bunun için esası tartışmaya başlamak şarttır...