Zaytunun (Zeytin) getirdikleri...
Herhangi bir köyümüzde doğup büyümedim.
Leymosun'daki (Limasol) Türk bölgesinin göbeğinde, eski Halk Evi, yeni Leymosun Türk Hastahanesi'nde doğmuş, önceleri Taksim Sineması'nın bitişiğindeki eskilerin deyimiyle "hanaylı" evimizin üst katında, ardından Ekim 1974'de Leymosun'u terk edene kadar da Hastahane'nin tam karşısında olan yine iki katlı evimizin üs katında dokuz buçuk yaşıma kadar yaşam sürdüm.
Toprakla ilişkim ya Sedat Simavi İlkokulumuzun bahçesinde, ya Park Gazinosu'nun bulunduğu park'ta ya da babamın peşinden koştuğumuz Futbol Sahası'nda olmuştur.
Ağaç desem; Parktaki Servi ağaçlarını -ki iki ağacın gövdesi futbol kalesi görevini üstleniyordu, ya da aynı parkta yer alan ve mercimek kadar kırmızı topcuk meyveler veren ağaçları tanıdım.
Zeytin'le Leymosun'da tanışmam ise, rahmetli dedemin limana gelen ve dost edindiği Yunan gemilerindeki arkadaşlarına sipariş verdiği büyük tenek kutulardan oluşan "Kalamati" zeytiniyle oldu. İri ve mosmor renkli zeytinler. Elbette zeytin da satılıyordu bakkallarımızda ama benim aklımda zeytin ile ilgili yer edinen şu "Kalamati" zeytinleri oldu.
Zeytin ağacı mı?
Vallahi 1974 sonrası göç etmek zorunda kaldığımız Kuzey'deki Girne'ye gelene kadar ne Zeytin Ağacı'nın, ne Limon Ağacı'nın, ne de Harup Ağacı'nın farkında bile değildim.
Diyeceğim o ki, göçmen olup gelmişiz ya şu Girne'ye, bu ağaçların yakından tanır oldum. Tanımakla kalmadım, yerleşmek durumunda olduğumuz Kıbrıslı Rum'un evinin bahçesinde ekili olan Limon Ağacı'ndan hem ağacı tanımış hem de limon toplamayı, hemen yanı başındaki tarlada yer alan Zeytin Ağaçları'ndan çakıstes yapmayı da öğreniverdik işte.
Daha ne zeytin kurmasını ne de zeytin yağı çıkarmasını bilmezken, bu "kutsal" ağaçtan topladığım yeşil zeytinlerden çakıstez yapmayı öğrenmiş, o günden itibaren aramızdaki "gizli" ilişki de başlamış oldu.
Ama onun kutsallığını öğrenmem, Çatalköy'e taşınmamla olmuştu. Yeni yaptığımız evimizin bahçesinde eski Zeytin Ağaçları'nı koruyarak yaşam "kutumuzu" yerleştirmiş ve her yıl bu kutsal ağacın biz insanoğullarına binlerce yıldır bahşettiği ürünü, yaşamımızın içine katmaya başlar olduk.
Yaprağından tütsü yapıp kem gözlerden korunurken, çakıstez ve kara zeytini, onlardan çıkan tertemiz saf zeytin yağımız, evimizin mutfağına girmiş oldu.
Elbette bu "ilişkinin" sadece ürün ayağı var desem, Hz. Zeytin'e haksızlık etmiş olurum.
Zeytin toplamak kolay iş değildir. Bilen bilir. Ama özellikle o sessizlik içerisinde kendini onun gölgesinde, onu bahşettiği ürünleri avucunda tutmak, parmak uçlarınla onları toplamak ve elinde, onlardan bir "öz" iz bırakmanın ayrı bir ritüeli vardır.
Evet bu işlem ayrı bir ritüeldir. Hazırlık aşaması, toplama ve ürüne dönüştürme...
Bir köyde doğmadım ki toprakla haşır neşir olayım. Doğrudur...
Ama bir Akdenizliysen, bir Adalıysan ve bir Kıbrıslıysan, inandım ki her kişinin yolu birgün hem denizle hem de toprakla kesişir.
Toprakla doğan büyüyen biri, gün gelir en iyi balıkçı, denizci olurken, denizle büyüyen biri de gün gelir toprakla, ağaçla yaşam içinde yolunu sürdürmeye devam eder.
Çünkü, Adalıysanız; deniz de toprak da sizin kanınızda var demektir...