Zehirli Eğitim
Bireyin doğumundan ölümüne dek süren bir olgu olan eğitim; politik, sosyal, kültürel ve bireysel boyutları aynı anda içinde barındırmaktadır.
Süleyman Gelener
[email protected]
19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında birçok eğitimci ve düşünür okullaşma ile ilgili eleştiriler geliştirmiş, daha demokratik ve insancıl eğitim alternatifleri önermişlerdir. 1960'lar ve 70’ler eğitimin, okullaşmanın ve okulların sorgulandığı bir diğer önemli dönemdir. Gelişmiş ülkelerde bu dönemde yapılan eleştiriler eğitim etrafında kızışan kültür savaşlarından etkilenmiştir. Gelişmekte olan ülkeler ise, kolonilerden bağımsızlığın geri alınması sonucu yaşanan siyasi gelişmelerden etkilenmiştir. Clive Harber, bu yirmi yıllık dönemde ortaya konan fikirler ve yapılan eğitim eleştirilerinin ilerici ve özgürlükçü tarafı ile ilgilenmektedir.
2009 yılında yayınlanmış, yazının başlığının ve içeriğinin kaynağı olan‘Toxic Schooling: How schools became worse’ (tür. Zehirli Eğitim: Okullar nasıl daha kötü hale geldi) adlı kitabında Harber,1962 ile 1980 yılları arasında eğitim ve okullaşma üzerine yazılmış 13 önemli eseri analiz etmektedir. Kitapta Edward Blishen, Paulo Freire, Paul Goodman, James Hemming ve Ivan Illich gibi bu alana çalışmaları ile damga vurmuş yazarların çalışmaları yer almaktadır. Bu klasik metinler, dünyanın dört bir yanındaki eğitim sistemlerini ve okulları birbirleri ile gösterdikleri benzerlikler üzerinden eleştirel bir bakışla incelemektedir.
Eğitim, okullaşma ve okullar
Eğitim (ing. education) geniş anlamda insanın yeteneklerinin geliştirilmesi için ona yön ve biçim verilmesi; bu yolda yapılan bilinçli ya da bilinçsiz etkilerin tümü olarak tanımlanabilir. Bireyin doğumundan ölümüne dek süren bir olgu olan eğitim; politik, sosyal, kültürel ve bireysel boyutları aynı anda içinde barındırmaktadır.
Örgün eğitim (ing. formal education), amaca göre hazırlanmış programlarla okul çatısı altında, belirli yaş grubundaki ve aynı seviyedeki bireyler için yapılan düzenli eğitimdir.
Okullaşma (ing. schooling) ise örgün eğitimin okullar vasıtasıyla kurumsallaşması halidir. John Taylor Gatto bu hali ‘eğitimden özgür iradeyi çıkardığınız zaman okullaşmayı meydana getirirsiniz’ şeklinde ifade etmiştir.
Örgün eğitimin ve okullaşmanın özleri itibariyle ve muhakkak ‘iyi bir şey’ oldukları varsayılır. Uluslararası örgütler, medya, siyasetçiler ve hatta birçok eğitimci örgün eğitimi ve okullaşmayı olumlu bir şekilde parlatıp öne çıkarmaktadır. Özel okul reklam sloganlarında ‘geleceğe emim adımlarla yürümek’ ve ‘başarıyı yakalamak’ gibi ifadeler sıkça yer almaktadır. Herhangi bir okul açılışına veya okul etkinliğine katılan bir siyasinin ağzından ‘geleceğimize ışık tutan nesiller yetiştiren’, ‘başarılı işlere imza atan’ veya ‘en iyi eğitim için en iyi koşullar yaratan’ gibi ifadeleri duymak alışık olduğumuz bir durumdur. Ancak, gerçeklik bize tam olarak bunu göstermekte midir?
Örgün eğitimin ve okullaşmanın neden olduğu birçok olumsuz özellik vardır ve yapılan eleştiriler bize bunun evrensel bir memnuniyetsizlik yarattığını göstermektedir. Okullaşmanın yarattığı memnuniyetsizlik ve huzursuzluk yeni bir mesele de değildir. Bertrand Russell, 1926 yılında yayınladığı eserinde ‘akıl ve özgür düşüncenin önündeki en önemli engelin eğitim olduğu bir paradoksal gerçeklikle karşı karşıyayız’ ifadesini kullanmıştır. Aşağıdaki bölümde,incelenen eserlerde örgün eğitim ve okullaşma ile ilgili ortaya konmuş eleştiriler detaylı bir biçimde tartışılıp örneklendirilecektir.
Temel Eleştiriler
Harber, eğitim ile toplum arasındaki ilişkiyi ifade eden üç yaygın söylem kanaat olduğunu belirtmektedir. Birincisi, eğitimin hem bireye hem de topluma önemli bir fayda sağladığı yönündeki egemen söylemdir. İkincisi, eğitimin insanlara fırsat eşitliği sağladığı yönündeki söylemdir. Üçüncü ve pek fazla dillendirilmeyen ise eğitimin tutucu bir toplum yaratması yanında, bireylerin hayatlarına olumsuz etki yaptığı ve böylece toplumsal zarara neden olduğu söylemidir. Son söylemin temel sebebi okulların hem şiddet üretmesi hem de ona neden olmasıdır. İncelediğimiz kitap daha çok üçüncü söylem üzerinde durmaktadır. Kitapta ortaya konulan temel eleştiriler şu şekilde özetlenebilir:
- Okullar otoriter kurumlardır. Karar alma mekanizmalarında ve daha önemlisi müfredat, eğitim ve öğretimle ilgili konularda öğrenci katılımı söz konusu değildir.
- Okullar günümüzün en geleneksel, muhafazakâr, bürokratik, kalıplaşmış ve değişime en çok direnen kurumlarıdır.
- Okullar fırsat eşitliği sunulan yerler değil, sosyal eşitsizliklerin yeniden üretildiği kurumlardır.
- Okullarda zamanın önemli bir kısmı heba edilmektedir.
- Okullarda ‘yaptığımı yap’ modelinden çok ‘söylediğimi yap’ modeli uygulanmaktadır.
- Öğretmen yetiştirme sorunun önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Öğretmen yetiştiren kurumlar mevcut yapıyı sorgulamak yerine, öğretmen adaylarını ona adapte etmekte ve mevcut yapıyı yeniden üretmektedir.
- Örgün eğitim tamamen yukarıdan ve tek bir merkezden yönetilmekte, bu da okullaşmayı esnek ve öğrenciye yönelik olmak yerine katı, bürokratik ve herkesi tek bir kalıba sokan bir hale getirmektedir.
- Örgün eğitim test, sınav ve ‘doğru cevaplar’ etrafında çalışan bir sistemdir. Bunlar sınıf içi etkinliklerin çerçevesini dayatmakta, öğrencilerde strese neden olmakta ve onlara birçok yönden zarar vermektedir.
- Örgün eğitimin zorunlu olması diğer alternatiflerin görmezden gelinmesine neden olmaktadır.
- Örgün eğitim bir takım hassas ve tartışmalı konuların eleştirel ve yaratıcı bir şekilde ele almaktan kaçınmaktadır. Bu konuları görmezden gelmektedir.
- Sabit ve ders temelli hazırlanmış resmi müfredatlar bırakın geleceği, hızla değişen günümüz dünyası için gerekli eğitimi veremez durumdadır.
- 40 dakikalık parçalara sıkıştırılmış, aşırı akademik yoğunluğa sahip dersler eğitim sürecinden duygusal zeka, estetik, hayal kurma, sezgi, yargı, düşünce özgürlüğü, inisiyatif alma, yaratıcılık, iletişim becerileri, el becerileri ve genel iş becerileri gibi insana özgü yetenekleri ihmal etmekte ve hatta yok saymaktadır.
- Öğrenciler okullarda öğretilen birçok bilgiyi ne ilginç ne de kullanışlı bulmaktadır.
- Öğrencilerin büyük bir kısmı okulda sıkılmakta ve mutsuz olmaktadır.
- Fiziksel ceza ile eğitim aynı cümlede bile yer almamalıdır.
Bugün neredeyiz?
Eğitim ve okullaşma son derece karmaşık ve yoruma açık olgulardır. Her iki olgunun çağdaş toplumlarda rolünün ne olması gerektiği ile ilgili farklı fikirler mevcuttur. Yukarıda özetlenen eleştiriler ise dikkate almaya değerdir. Eğitim ile ilgili yapılan tüm tartışmaların politik olduğu su götürmez bir gerçektir. Örgün eğitimin cevaplamaya çalıştığı soru da bunun en basit nedenidir: nasıl bir birey ve nasıl bir toplum yaratmak istiyoruz?
Andy Green ‘Education and State Formation’adlı eserinde, 19. yüzyıl eğitim sistemleri ile modern ulus devletlerin oluşumu arasında işlevsel bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, örgün eğitimin yaygınlaşmasının ana nedenlerinden birinin kitleler üzerinde sosyal ve siyasi kontrol sağlanması olduğunu ifade etmektedir. Birçok eğitimci ve düşünür örgün eğitimin toplumlar ve ülkeler arası uzlaşmazlıkların yaratılmasında, sürdürülmesinde veya çözülmesinde önemli bir role sahip olduğunu tartışmaktadır. Okullaşma ise grup kimliklerinin ve bir takım kalıp yargıların yaratılmasında önemli bir role sahiptir. İnsanlık, son yüzyılda tarihin en kötü çatışmalarının doğurduğu korkunç sonuçlara şahit oldu. Harber, bu olayların yaşanmasında örgün eğitimin masum bir seyirci olmadığını ifade etmektedir. Peki, bugün neredeyiz? Günümüzde örgün eğitim ve okullar nasıl tasarlanmıştır? Toplumsal çözümler üretebilmekte midir?
Eleştirilen okul modelinin günümüzde yaygın olarak devam ettiğini kolayca söyleyebiliriz: sabit bir müfredat, belirli zaman dilimlerine ayrılmış dersler, yarışmacı sınavlar, öğretmen kontrolünde yaş gruplarına göre ayrılmış sınıflar, bürokratik yapı, öğrenci ve öğretmenlerin her gün gittiği tek tip binalar, sorulardan çok cevaplara önem verilen bir öğretim modeli.
Toplumsal ve toplumlar arası barış; gruplar arasında eşitliğe inanan, çok kimlikli ve çoğulcu düşünebilen, barış kültürü değerlerini benimsemiş yurttaşlar yetiştirmekle mümkün olabilir. Bu gibi yurttaşları ise demokratik, insancıl ve barışçıl bir şekilde eğitim veren okullar yetiştirebilir. Alışılagelmiş eğitim programları ve öğrenim ortamları ile bunu gerçekleştirmek olası değildir. Örgün eğitim ve okullaşma olguları yeniden düşünülmeli ve yeniden tasarlanmalıdır. Okullar, öğrencilerin demokratik bir topluma katılmak için gerekli donanımı elde ettiği yerler haline dönüşmelidir. Eleştirel düşünebilen, sorgulayabilen ve analiz edebilen vatandaşlar ancak bu şekilde yetiştirilebilir.