1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. ZEYTİN AĞACI
ZEYTİN AĞACI

ZEYTİN AĞACI

Hem kendilerine inanmalı insanlar da hem hayata kök salıp umut olmalı varlıklarıyla.

A+A-

Özden Aykaç

[email protected]

Kadriye, 15 yıldır uzaktı yurdundan… Sekiz yıl olmuştu, baba ocağından ayrılıp  Avustralya’ya gelin gideli… Sadece iki kez gelebilmişti, çok sevdiği Kıbrıs’ına.  Kocası İngiliz’di. Kadriye, kızlarına Türkçeyi yarım yamalak da olsa öğretebilmişti. Fırsat buldukça onlara aile fotoğraflarını gösterir, Kıbrıs’ı öve öve anlatırdı. Kıştan beri bu tatilin hayalini kurmuştu. O yüzden de heyecanı, uykusuzluğunu da yorgunluğunu da bastırıyordu. Gece inmişlerdi uçaktan. Önce derin derin solumuştu havayı, iliklerine çekercesine... Eve vardıklarında, 17 saatlik uzun bir yolculuğu geride bırakmışlardı.

Kadriye’nin annesi, kardeşleri, günler öncesinden başlamıştı hazırlıklara. Ev boyanmış, temizliği yapılmıştı. “Kadriye sever.” deyip çeşit çeşit yemekler, çörekler pişirilmiş, yeğenlere, dayılara, yengelere haber verilmişti. Kadriye’yi karşılamaya, kardeşi Mustafa’yla onun karısı gideceklerdi.

Bir fasıl alanda, bir fasıl da eve varınca sürdü kucaklaşmalar.

Sanki yüreklerini yakan hasret ateşini dindirmek ister gibi uzun uzun sarıldılar birbirlerine. Hem ağlıyor hem gülüyorlardı. Yaşlı anne, torunlarını öperken ikisinin de kızının çocukluğuna ne kadar benzediğini görüp hem şaşırdı hem de çok sevindi. Çocukların akrabalarını ikinci görüşüydü ama onlar da en az anneleri ve anneanneleri  kadar, coşkulu bir sevgi yumağının bir parçası olmuşlardı.

Kadriye, odasına geçip yatmaya hazırlanırken pencereyi açtı. Sevgili dostunu, dedesiyle birlikte diktikleri yasemen ağacını gördü. Ne de güzeldi, serpilmişti,  büyümüştü.  Kadriye,  kocasına seslendi: “Bak hâlâ mis gibi tütüyor. Evimi her özlediğimde içimde duyardım yasemen kokusunu.”

Sabah uyandığında annesi mis gibi zeytinli, hellimlileri fırından yeni çıkarıyordu. Kadriye’nin kızları dedeleriyle beraber sofraya oturmuşlardı bile. Kadriye, kocası Thomas’a, zeytinli ve hellimlinin, Kıbrıs’ın geleneksel tatlarından olduğunu anlatıyordu. Annesi: “Çakıstesi de anlat! Baksın tadına onun da,  yoktur oralarda bizimkisi gibi...” dedi.

Kahvaltıdan sonra bahçede toplandılar. Bir yandan kahvelerini yudumlarken, bir yandan da sohbeti sevgiye katıp, geniş bir aile olmanın, bir arada bulunmanın doyulmaz hazzına vardılar. Zeytin ağacının dibinde oturuyorlardı. Thomas, zeytinin tüm dünyada bereket ve barışın simgesi olduğunu söyledi. Kadriye tercüme etti söylediklerini. Büyükanne, kahvesinden bir yudum alıp gözlerini kısarak baktı ona: “Oralarda da var mıdır ki bu ağaçtan?” dedi. “Yok!” dedi Kadriye. Büyükanne sürdürdü konuşmasını:  “Bu zeytin ağacı var ya, bizim için hem akıllı olmanın, uzun ömrün hem de olgunluğun ta kendisi.” dedi. Kadriye kocasına bu sözleri çevirirken, dede de piposundan derin bir nefes aldı. Sallanan sandalyesinin yanındaki torunlarıyla öyle mutlu görünüyordu ki... Thomas, ortak bir sohbet konusu bulmalarından hoşnut kalmıştı. “Tevratta, vaftiz yağının zeytinyağı ile nasıl hazırlanacağı yazılıdır. Ayrıca İsa Peygamber, göğe Zeytin Dağı’nın eteklerinden çıkmış. Onun Tanrı’ya yakarışlarına zeytin ağaçları tanık olmuş. Bu yüzden İncil’in kutsadığı ağaçtır zeytin.” Thomas'ın söylediklerini, Kadriye’nin ağzından anlayınca, babası uzun uzun baktı Thomas’a. “Bak sen!” dedi. Kuran’da da birçok kez geçer zeytin ağacı. Özellikle de Tin süresinde geçer, zeytin ağacının kutluluğu / kutsallığı:

Zeytin ağacının meyvesi olan zeytine ant içilir. Yani kutsal kabul edilir.

Kadriye’nin 12 yaşındaki kızı Melisa’nın da ilgisini çekmişti söylenilenler. Doğum gününde annesinin hediye ettiği resimli kitabı hatırladı. “Hani Nuh Tufanı olmuş ya!” dedi, “İşte o tufanın bittiğini Nuh peygamber nasıl öğrenmiş biliyor musunuz?” Melisa’nın 9 yaşındaki kardeşi Can karıştı söze: “Taze koparılmış zeytin dalından.”  Sorunun cevabını bildiği için gururlandı. Dedesi, sevgiyle okşadı onun saçlarını. Kadriye’nin annesi, “Büyütmesi zahmetlidir bu ağacı, ama dayanıklıdır o da bizim gibi… Yaprağı yakılır tütsü yapılır, iç ferahlatır. Meyvesi de, yağı da şifadır.'' Kadriye katıldı söze: ''Ayrıca zeytin dalı, tüm dünyada barışın sembolüdür.'' dedi. Bahçelerindeki zeytin ağacını, Kadriye’nin dedesi dikmişti. Ölümüne yetişemediği dedesini rahmetle andı Kadriye: “Zeytin ağacı öldüğünde, onun köklerinden yeni bir ağaç çıkar, bilir misiniz dedi. “Bilmez miyiz!”  dedi annesi. Torunlarını çağırdı yanına. Sevgiyle sarıldılar birbirlerine. Daima ayakta kalacaklarına inanan güçlü bir aileydiler şimdi. Yaşlı kadın:  “Nerde olursanız olun, hep yeşerin, hep bereketli, hep yararlı olun. Hep köklerinizden doğun hayata yeniden, köklerinizi unutmadan.” derken,  yüreğindeki hasret yarasını yıkayıp  iyileştiriyordu göz yaşlarıyla...

Torunlarına, size bir masal anlatayım, ister misiniz dedi. İsteriz, dediler hevesle:

Masal bu ya ne karınca çıkabilmiş dağa, ne de dağ duyabilmiş karıncanın yana yakıla düştüğünü yollara... Karıncanın aklı da karınca kadar diye düşünmüş kuşlar. ''Umudunuzu dağlara yazabilir, tutkuyu tepelerde bulabilir misiniz? Yoksa bunlar, uyuyup da düş görmek kadar mı sizin için... '' diye sormuşlar karıncalara. Yaşlı karıncalardan biri öğüt vermiş genç karıncalara:  ''Adınız karınca sizin: Uyur uyanamazsınız ya da yola çıkar da varamazsınız diyenlere aldırmayın. Pes etmeyin. Düşleriniz de  adınıza uymalı diyenleri önemsemeyin. Her şey karınca kararınca ama emekle, azimle olmalı. '' diye tamamlamış sözlerini yaşlı karınca.

Diyeceksiniz ki, karınca anlar mı bu masalı? Benim masalım da size zaten: Hem okuyanlara hem de dinleyenlere. Anlarsınız siz bu masalı. Ama hadi ben söyleyeyim bu masaldan nasıl pay çıkarılacağını.  Karınca gibi çalışkan olmalı bu hayatta. Yeni yollar bulmalı kararlılıkla. Sonra zeytin ağaçları örnek alınmalı. Küllerinden yeniden doğan, köklerine sımsıkı sarılan, gölgesiyle, yaprağıyla, meyvesiyle hayata zenginlik katan zeytin ağaçları gibi: Hem kendilerine inanmalı insanlar da hem hayata kök salıp umut olmalı varlıklarıyla.

Bu haber toplam 4027 defa okunmuştur
Gaile 504. Sayısı

Gaile 504. Sayısı