Zoraki
“Vicdani Ret” karşıtlarının şöyle bir çıkmazı var.
Diyorlar ki, “Ben askerliğimi yaptım, oğlumun da yapmasını istiyorum.”
İyi o zaman.
Yapabilir!
Bir de oğlana sormak lazım elbette.
(O’nun da istediğine pek ihtimal vermiyorum.)
Velhasıl; “ben askere gitmek istiyorum” diyenin önünde duran ya da zoraki “hayır, olmaz” diyen yok. Mesele “istemiyorum” diyenlere “zorla” yaptırıyorlar!
“Vicdani İkinci Askerlik”
Vicdani Ret karşısında “hassaslaşan” muktedirlere saygımdan söylüyorum. İsteyenler gidip “ikinci kez askerlik” yapabilir, önermem ama sanırım kendilerini tutan da olmaz. Ayrıca “Vicdani İkinci Askerlik” kampanyası da başlatabilirler, özgürdürler.
...
Ve doğrusu, fazlaca enerjisi olanlar, tez zamanda çok milliyetçi vekillerin (güya çürük) raporlu “askerlik kaytarma öyküleri”ni soruşturabilirler.
...
‘Bedelli’ye onca sene suskunlaşanların “Ret” karşısındaki şahlanışı da ayrıca manidardır. Hepsi hepsi 15-20 gün kışla ve 4-5 bin sterlin midir aradaki fark!?
...
Ve asıl mesele “sıfır asker”dir, “askersiz Kıbrıs”tır illa... Yoksa “asker olsun ama bizim evlatlar gitmesin” de başka bir iki yüzlülüktür.
...
“E ama şarttır, karşıda evlerinde ve ellerinde tüfek beklerler, su uyur düşman uyumaz” bölücü tinyozluğuna ve ucuzluğuna gelince! Lefkoşa Mall’da tıklım tıklım gezerken ve Ay Napa’da, Leymosun’da turlarken, hele kimlik ve pasaport kuyruklarında “vatan-millet”e taparak, milletle göz göze gelmezken; Larnaka’dan uçar, Baf’tan kaçarken nerededir bu tehlike?!
...
Hiç mi samimi olmayacağız, hiç mi sahici acaba?
Yurt dışına kaçış
New York Times gazetesi yazdı.
Kıbrıs’a benzer bir dert, şimdi Türkiye’nin de başına üşüştü.
Ancak sebepleri farklı…
Adada, Kıbrıslı Türkler açısından “ön görülebilirlik” yok.
Gelecek bilinmiyor.
Darbenin ve savaşın getirdiği bölünmüşlük, senelerdir prangamız olan çözümsüzlük, nihayetinde “dünyasızlığı” dayatıyor.
Bir de içimizdeki pespayelik var, elbette…
O nedenle de senelerce “beyin” göçü yaşandı.
Ne acıdır, “Gelen Türk giden Türk” gibi görüldü.
Beyin gücü gitti, iş gücü geldi, yerlinin çoğu da “memur” oldu.
Şimdi Türkiye’nin de ciddi bir “beyin göçü” sorunu var.
Ancak…
“Giden Türk, gelen mülteci” orada…
Sebebi de demokrasi ve özgürlüklerden çok uzak, otoriter rejim…
NYT gazetesi Türkiye’nin yurtdışına göç sebepleri ve rakamlarını şöyle paylaştı:
- 2018’de 253 Bin 640 kişi Türkiye’den kaçtı.
- Bir önceki yıla oranla artış %42
- Sebepler; otoriterleşme, ayrımcılık ve gelecek kaygısı
- Göçenlerin büyük çoğunluğu zenginler.
- Çoğunlukla İngiltere, İspanya, Portekiz ve Yunanistan’a gidiyorlar.
- Küresel Varlık Göçü İncelemesi'nin (Global Wealth Migration Review) Türkiye'ye ilişkin verilerine göre 2016 ile 2017 yılları arasında, Türkiye'nin varlıklı diliminin yüzde 12'sine denk gelen, en az 12 bin dolar milyoneri, servetlerini yurt dışına aktardı.
* * *
“Etme bulma dünyası” diyebilirsiniz.
Çok “kindar” bir yorum olur.
Üzülmemiz gerekiyor.
Çünkü acısını biliyoruz, kendimizden…
İnsanlar “yersiz yurtsuz” kalmamalı…
Hele de “gençler” kaçıyorsa, gözü hep yaşlıdır bir ülkenin…
İnsan kaynağını yönetmek
Trafik ışıklarındaki başıboşluğu defa defa gündeme getirdik.
Polis Genel Müdürüm, insanlar artık araçlarını birbirinin üzerine üzerine sürmeye başladılar.
Kırmızıda geçene karşı “sokak kanunları”nın devreye girmesine ramak kaldı.
Yeşil ışıkta korkarak geçiyoruz, sağdan ya da soldan “kırmızı ikazına uymayan” birilerinin altında ezilmemek için!
Ne gerekiyor?
Birkaç hafta etkin, kararlı, sonuç alıcı denetim.
Personel mi yok?
Öyle de masa başında oturanları görüyor, bakanlıkların girişlerinde gereksiz yere laflayanlara şahit oluyoruz.
Özellikle gece devriyelerinde sınırlı sayıda polis adeta ezilirken, kimileri de “ofis işleri”nde son derece keyifli çalışıyor.
Personel eksikliği olduğu konusunda haklısınız.
Ancak bazen bahanelere sığınmamak gerekiyor.
Bir maça gitmiştim, sıradan, iddiasız bir futbol maçı ve devre arasında, soyunma odasına giden üç hakeme, altı polis eşlik ediyordu.
Yanlış anlaşılmasın, hakemlere de ne saldıran vardı, ne de öfkelenen!
O gün, stadyumda, yirmiye yakın polis saymıştım.
İnsan kaynağını daha doğru yönlendirmek gerekiyor, biraz daha iyi bir planlama, çok daha yaratıcı inisiyatif!
İfratla tefrit
Başbakan Erhürman’ın konuşmasından not ettim.
“Eski Türkçe” kelime haznesinin zenginliğini, kitaplarından zaten biliyoruz.
Şunu söyledi:
“Bazı konularda ifratla tefrit arasında gidip geliyoruz.”
Türk Dil Kurumu “İfrat”ı “Bir konuda çok ileri gitme, ölçüyü aşma, aşırı davranma” diye anlatıyor, “Tefrit”i de “Herhangi bir konuda geride kalma, yeterli ölçüde olmama durumu” tümcesiyle tarif ediyor.
Memleketin hali için iyi benzetme, çoğu zaman böyleyizdir, “İfratla tefrit arasında…”
Varınız listeyi siz yapınız, “İFRAT” hanesine neler yazarsınız, “TEFRİT”e neler diye…
notçuklarım
- KASA DİPSİZ
Tüketiciler Derneği Başkanı, “Asgari Ücret 6 bin 875 TL olmalı” demiş… Keşke! Tabii bu paranın nasıl ödeneceğini de bir söyleyebilse… Malum, memur emeklisi kendisi, Maliye’de kasa “dipsiz” sonuçta. (!)
- “DERİM DA DERİM”
“Bu konuda yazmayım derim ama olacak gibi değil” yazanlara… Bir de “Bu konuda konuşmayım derim ama olacak gibi değil” deyip de konuşanlara, lafım… Böyle bir giriş yaptığınız zaman daha inandırıcı olmuyor!
- TABİPLER’E
Sosyal medyada check-up ve özel hastane reklamlarını görüyoruz, dergilerde de öyle! Hani şu “gazetede reklam yasağı”nı yeni çağın iletişimine göre yeniden konuşmanın zamanı gelmedi mi?