“Zulüm, anılar ve uzlaşma”
Nikolas Kiriaku
Haziran 1944’te SS, Fransız köyü Oradour-sur-Glane’yi yerle bir ederek upuzun listesine bir zulüm daha ekledi. Geçmişte de buna benzer dehşet verici şeyler yapmıştı. Örneğin Girit’teki Candanos köyünü yok etmiş ve bu köyde yaşayan 180 kadar kişiyi öldürmüştü… O gün, yani 10 Haziran 1944’te, 247’si çocuk olmak üzere, toplam 642 kişi katledildi. Bu, mantık ve insanlıkla çelişen barbarca bir eylemdi. Kısa bir süre önce ise, Alman Cumhurbaşkanı bu köyü ziyaret etti. Amacı özür dilemek, bu zulümün gerçekleştirildiğini ve yüzlerce kişinin katledildiğini kabul etmek ve halktan af dilemekti.
Aynı dönemde, bilgisayarıma Atlantik Okyanusu’nun diğer tarafından bir haber düştü: Şili’de Ulusal Sulh Ceza Hakimleri Birliği, Pinochet’nin diktatörlüğü döneminde görev yapmakta olan hakimler adına özür diledi ve o dönemde hakimlerin temel hakları koruma görevini yerine getirmediğini itiraf etti. Pinochet diktatörlüğü döneminde, muhalif olduklarına veya rejime düşman olduklarına inanılan binlerce kişi öldürülmüş, binlercesi de kaybolmuştu.
Dünyamız hala aynı derecede zalim, barbar, insanlık dışı ve şiddet dolu. Savaş sonrası dönemde, dünya çapında insan hakları kavramının gelişmesi ile yükselen umutlar yerini kısa sürede, Latin Amerika’da bir dizi diktatörlüğe, milyonlarca hayata malolan apartheid’a ve totalitarizme bıraktı.
Ülkemiz istisna değildi: toplumlararası çatışmalar ve Türk işgali, ardında binlerce mağdur, travma geçirmiş iki nesil ve soğukkanlılıkla öldürüldükleri yavaş yavaş ortaya çıkmakta olan yüzlerce “kayıp” bıraktı. Anlaşmazlık yıllardır devam ediyor. Bir başkasının, Kıbrıs sorununun neden çözümsüz kaldığını açıklamak için kullandığı güçlü ve etkili ifadeyi kullanmam gerekirse, “Aramızdan çok kanlar aktı.” Buna şüphe yok. Adamız, öldürülenleri, şehitleri ve mücadelede yer alanları anmak için dikilen heykeller ve anıtlarla dolu. Bunların hepsi, adanın acı tarihini unutmamıza engel oluyor.
Ama barışa, uzlaşmaya ve “bir daha asla” sözüne adanmış tek bir anıt, tek bir meydan, tek bir kamusal alan yok. Burada anılar, acıya, düşmanlığı sağlamlaştırmaya ve eşitlik, haysiyet ve karşı tarafın acılarını anlamak üzerine kurulmuş ortak bir hayatın imkansız olduğu inanancını pekiştirmeye yönelik. Uzun yıllar boyunca devlet politikası ve günlük sosyal yaşantımız bu inkar üzerine kuruldu ve biz, kendi çukurlarımızın içinde giderek daha da derinlere gömüldük.
Ben, babaları siyasi elitin sığ görüşü nedeniyle çok ağır bedeller ödemek zorunda kalan bir nesilin çocuğuyum – ve aramızdan akan kanın bir kısmına ortak oldum. 1974’ten 30 yıl sonra, 1963’ten 50 yıl sonra, 1958’den 55 yıl sonra ve her çatışma ve her kurbandan kimbilir kaç yıl sonra, bu kan döngüsünü artık sona erdirecek, Kıbrıslıtürk veya Kıbrıslırum köylerinin, veya Kıbrıslıtürk veya Kıbrıslırum mezarlarının üzerinde durarak özür dileyecek, sorumluluk üstlenecek, olanları kabul edecek, ama aynı zamanda ellerinin tertemiz kalacağına inanacak bir nesilin bireyi olmak istiyorum. Umarım hala zamanımız vardır. Az da olsa, bunu başarmak için umarım zamanımız vardır. Başkaları bunu başardı. Biz neden yapamayalım?
*Bu yazı ilk olarak Politis gazetesinde yayınlanmıştır.
(LemonCY.eu – Nikolas Kiriaku - 20.10.2013)