"Zulüm içinde zulüm, trajedi içinde trajedi…"
Mustafa ve Meryem Altak, oğulları Mehmet Arif Altak’ın İsias Otel’in enkazı altında kaldığını ‘izinsiz ikamet’ gerekçesiyle bulundukları Cezaevi’nde öğrendi, en büyük acılarını, ‘çaresizlik’ içinde yaşadı…
► “TRAJEDİ İÇİNDE TRAJEDİ YAŞADIK”… Bir yandan kaybettikleri oğulları Mehmet Arif’in acısını yaşamaya çalışan, diğer yandan ülkeden sınır dışı edilme korkusu yaşayan ve kızlarının geleceği için endişelenen Altak ailesinin hikayesi yürekleri burkuyor…
Fehime ALASYA
Çocukları Mehmet Arif Altak’ın İsias Otel’in enkazı altında kaldığını Cezaevi’nde öğrenen anne-babası Mustafa ve Meryem Altak, trajedi içinde trajedi yaşadı.
Ağustos ayında cezaevine giren öğretmen anne-babanın sessiz çığlıkları sevenleri tarafından basına sızınca İçişleri Bakanlığı’nın gündemine gelmiş, yargı süreci hızlandırılmıştı.
Süreçteki belirsizlik, ailenin acısını yaşamasına da gölge düşürdü.
Sınır dışı edilmeyi, göçük altındaki çocuklarına gidebilmek pahasına kabul eden aile, sürecin Bakanlığın depremzedelerin üç ay zarfında deport olmasını engelleyen kararıyla beklemede kaldığını anlattı.
“Oğlumuzun acısını mı yaşayalım, yoksa kızımızla birlikte adadan atılırsak onu nasıl teselli edeceğimizi mi düşünelim?” diye soran aile, sadece yasal haklarının kendilerine verilmesini talep etti.
Bu süreçte, ‘Şimdi ne olacak korkusuyla ve ‘iki dudak’ arasında yaşamanın çok zor olduğunu anlatan aile, oğullarının acısını dahi yaşayamadığından dert yandı…
Aile yakınları ise “Bir taraftan hayatını kaybeden evladını şehit olarak kabul eden devlet, diğer yandan vatandaş olma hakkı bulunan aileyi yurt dışına deport mu edecek?” diye sordu…
“Evlat hasretiyle yanarken, deprem felaketiyle yıkıldık”
Altak Ailesi, cezaevinde yaşadıkları depremden, oğullarının kaybını öğrendikleri sürece, şimdi yaşadıkları deport endişesinden, geleceklerine ilişkin belirsizliğe, tüm yaşadıklarını ve duygu durumlarını YENİDÜZEN’e anlattı.
Önceleri, çocuğu yurt dışına giderken, ‘ şampiyon olarak dönecek, herkesin annesi hava alanında çocuğunu karşılayacak ama biz gidemeyeceğiz, çocuğum mağdur olacak’ diye üzüldüğünü ifade eden anne Meryem Altak, daha sonra ‘göçüktekiler çıkıp annesine babasına sarılacak benim çocuğum orada kime sarılacak?’ endişesi duymaya başladığını ifade etti.
“Bu duyguların hiçbirini de yaşayamadık…” diyen anne, oğlunu cezaevinde olduğu 6 aylık sürede sadece 5- 6 kez görebildiğini, evlat hasretiyle yanarken deprem felaketiyle yıkıldığını anlattı.
Oğlunu son gördüğü günü ve son konuşmalarını hıçkırıklarla anlatan anne Meryem Altak, “Sadece bir iftira yüzünden orada tutulduğumuz ve bu engellemelerin keyfi olduğu ortaya çıktı. Oğlumun gülen fotoğraflarını toplamaya çalışıyorum çünkü ben onu son zamanlarında hep mutsuz gördüm. Zulüm içinde zulüm, trajedi içinde trajedi yaşadık…” dedi.
Şimdilerde kızı için endişelenen acılı baba ise “Biz bu adada güzel çocuk yetiştirdik, insan yetiştirmekten başka bir şey yapmadık” dedi, sadece yasal haklarının verilmesini istedi…
Yaslarına gölge düştü…
Şu günlerde evlat acısı dışında gözü hiçbir şey görmeye aile, “İkimiz de özel sektör çalışanıyız, elbet kızımızın idealleri için çalışmak zorundayız, hayatta kalmak zorundayız, bunu nasıl sağlayacağız?” diye sordu…
Ülkede yıllardır tartışılan hantal yapı, yasal prosedürdeki işleyiş, Altak ailesini bu acı olayın içinde daha da derinden yaralamış…
‘Ben Kıbrıslıyım’ diyen oğullarını, çok sevdiği Mağusa’ya, çocukluk arkadaşlarının yanına defneden aile, diğer yandan burayı yurt bilen ve burada mutlu olduğunu anlatan, burada üniversite hayalleri olan ve hem ortaokul hem de lisede okul birincilikleri bulunan kızlarının geleceği için endişe ettiğini anlattı.
“Gitsek gidemiyoruz, kalsak kalamıyoruz” diyen aile, tüm bunların içinde oğlunun yasını tutmakta bile zorlandığını belirtiyor…
Çırpınışları basına yansımış, yetkililer el uzatmıştı…
Hatırlanacağı üzere, Mustafa- Meryem Altak çiftinin ‘izinsiz ikamet’ suçlamasıyla, 6 ay cezaevinde kalmış, içinde çocuklarının da bulunduğu deprem haberini cezaevinde almıştı. Altak ailesinin içinde bulunduğu trajedi, bazı aile yakınlarının, ‘çiftin çocuklarının yanına gitmek için çırpındığını’ yetkililere anlatması ve konuyu basına yansıtmasıyla ortaya çıkmıştı.
“Her şey bir iftiradan’ ibaretti”
2003 yılından bu yana adada yaşayan ve öğretmenlik yaparak geçimini kazanan Mustafa ve Meryem Altak çifti, çalıştıkları iş yerinde ortakların ayrılmasıyla ilgili doğan bazı sıkıntılardan ötürü, çalışıp para kazanmak için bir taraf seçmek durumunda kaldığını, akabinde yapılan şikayet üzerine ise hayatlarının ‘yok yere’ adeta cehenneme döndüğünü savundu.
Yeni kurulan dershanede çalışmaya başlayan çift, çalışma izni için bekleme sürecine girdiklerini, çalışmaya başladıkları eğitim kurumun faaliyetlerinin yasaklanmasıyla mağdur olduklarını savundu.
Kurulan başka şirket üzerinde çalışma izni kayıtlarının yenilenmesini bekleyen Altak çifti, 48. Gün ‘yangından mal kaçırır’ gibi alışveriş merkezinde, kalabalık bir polis ekibi tarafından tutuklandıklarını da ileri sürdü.
‘Kayıt dışı yaşıyor ve çalışıyor’ konumuna düştüklerini anlatan Anne Meryem Altak, her şeyin bir ‘iftiradan’ ibaret olduğunun ortaya çıktığını savundu.
“Oğlumu Ağustos ayından deprem gününe dek toplamda 5- 6 kez görebildim”
Depremin yaşandığı günlerde ve şu günlerde neler yaşadıklarını YENİDÜZEN ile paylaşan aile, sadece artık oğullarının yasını tutmak istediğini dile getirdi.
Anne Meryem Altak, özetle şunları ifade etti:
“O gün çocuklarımızı voleybola bırakmıştık. Alamadık, arkadaşlar aldı, özellikle oğluma hemen söyleyememişler. Biz de birkaç günlük bir süreçtir diye düşündük ama hemen avukat tuttuk. Cezaevine Ağustos ayında girdik. Günler geçti, aylar oldu. Avukatımız yine de çalışma iznimizi yaptırmış ama bu da engellenmiş, Müsteşar belgeyi yırtıp atmış.
Biz de muhaceretten faydalanacağız dedik çünkü çalışma izni çıkarmıyorlardı, engelliyorlardı. Muhaceret de çok gecikti, pandemiydi ve süreç çok uzadı. Bunun yanında başvurumuza ret cevabı almışız ama neden ret cevabı aldığımızı da söylemediler. Dosyaya ‘gizlilik kararı alındığı’ ifade edildi. Dosyamızı gösterin dedik olmadı, suçumuz varsa dava açın dedik olmadı, bu süreçte avukatımız ‘Yüksek Mahkeme’ye baş vuralım, orada neden ret kararı aldığımızı öğreniriz’ dedi. Deport edilmek istemiyorduk. Bunu kabul edemezdik.
Ben doğum yapmak için Türkiye’ye gitmek zorunda kalmıştım, kızım orada doğdu, oğlum Kıbrıs’ta. Bu her zaman aralarında çatışma konusuydu, ‘Ben Kıbrıslıyım, sen değilsin’ şeklinde kendi aralarında iki kardeş sürekli atışırlardı.
Deport kararını kabul edemezdik, hiçbir suçumuz yoktu ve adalete güvendik. Hiçbir suçumuz yoktu. Dosyamız boştu, emindik.
Sonuçta bunun böyle olduğunu çocuğumuzun olayının ortaya çıkmasıyla hızlanan yargı sürecinde öğrendik. Yok yere o kadar ay cezaevinde yattık, yok yere oğluma 6 ay hasret kaldım, yok yere oğlum üzüldü, kahroldu ve bu duyguyla yaşamını yitirdi.”
“Deport olmayı kabul etmek zorunda kaldık ki bir an önce onun yanına gidebilelim”
“Depremin ardından mağduriyetimizi gören arkadaşlar konuyu medyaya yansıttı. Mahkeme sürecimiz hızlandırıldı. Biz aylarca deport olmamak için cezaevinde kalmayı göze aldık ama oğlumuzun başına gelenler nedeniyle çıktığımız mahkemede deport olmayı kabul etmek zorunda kaldık ki bir an önce onun yanına gidebilelim… Savcı teminat kabul etmedi, mecburen deportu kabul ettik.”
“Onların düzeni değişmesin diye, çocuklarım için cezaevinde yattık, suçsuzduk”
“Çocuklarım burada çok mutluydu, onların düzeninin değişmemesi için çok mücadele verdik, cezaevinde yattık. Önceleri bana çocuklar için sosyal hizmetleri arayacaklarını söylediler. Asla olmaz dedim, hemen annemleri aradım, sağlık sorunları olmasına rağmen hemen geldi. Annemi yurt dışından getirttik, çocukların yanında kaldı.”
“O kadar az gördük ki onu…”
“İlk etapta oğlum bunu kabullenmekte zorlandı, ‘annemler yurt dışında’ dedi, çok üzüldü, bizi ziyarete gelmedi, bizi öyle görsün istemedik, üstelemedik ama zaman geçtikçe çok özledik…
İnsanlar bize soruyor, bu kadar haksızlığa uğradınız neden daha önce duyurmadınız diye…
İki çocuğum da dışarıdaydı ve durumun farkındaydılar, onların incinmesini, rencide olmasını asla istemedik, sesimizi duyuramadık.
Günler haftalar geçtikçe özlem dayanılmaz oldu, çocuklarıma sizi çok özledik, artık gelin ne olur dedik. Oğlum önce kabul etmedi, sonra geldi ama çok kötü oldu, çok sık gelmez oldu, sadece açık görüşlere geliyordu. İkisi de voleybolcuydu, maçları vardı, zaten çok sık gelemiyorlardı. Oğlumla Ağustos ayından deprem gününe dek toplamda 5-6 kez görebildim çünkü kapalı görüşlere gelemiyordu.
Ne zaman istersen gel ama ne olur açık görüşlerde olsun gel, sarılıp sana dokunayım dedim. O kadar az gördük ki onu…”
“Biz içeride yaşlandık, çocuklar dışarıda”
“Boyu uzamaya başlamıştı, boy uzunluğu onlar için çok önemliydi. Her gelişinde biraz daha büyük görüyordum, şaşırıyordum. Biz cezaevine girdikten üç buçuk ay sonra oğlumu görebildim. ‘Biz içeride yaşlandık, çocuklar dışarıda’ dedim, çok üzülüyordum. Çocuklarım zaten olgundu ama çok hızlı büyüdüler.”
“Çok soğuktur ne işiniz var diyerek vazgeçirmek istedim”
“Depremden önce sınav haftası bitmişti, oğlum yine gelmek istememiş, kızım onu ikna etmiş. Geldi, ona sürekli onu ne kadar özlediğimi söyledim. Kızım sürekli geldi ama oğlumu çok az gördüm.
Adıyaman’a gitmek istediğini anlattı, çok soğuktur ne işiniz var diyerek vazgeçirmek istedim.”
“Kızıma ulaştım, anne otel yıkılmış, haber aldık dedi”
“Depremi cezaevinde hissettim. Çok az insan hissetmişti. Ne olup bittiğinden hiç haberimiz yoktu. Sabah söyledik, sayım sırasında depremde Adıyaman ismi geçti, oğlum orada dedim, telefon etmek istedim. Telefon kullanma hakkımın olduğu gündü, sadece öğleden sonra olan bu hakkı sabah kullanmak istedim. Sadece çocuğumuz soracağım dedim. Çok iyi insanlar vardı, bize sahip çıktılar ama çok duygusuz insanlar da vardı. Bana ‘Bizim de akrabalarımız var, ne yapalım yani’ dedi, izin vermedi. Bunu ömür boyu unutmayacağım. Daha sonra izin verildi, kızıma ulaştım, anne otel yıkılmış, haber aldık dedi.
Onun dışında sadece televizyonlardan haber aldık. Muhakkak herkesin ayrı sıkıntısı oldu, gidenler orada neler neler yaşadı, biliyorum ama bendeki, çaresizlik de anlatılamazdı. Sadece televizyon başında kaldım, dört gün içeride televizyonun başından ayrılmadım.”
“Sadece gardiyanlardan bilgi almak, televizyonlardan durumu takip etmek beni bitirmişti”
“Mahkememiz bir hafta ertelenmişti, hızlandırıp iki gün içinde aldılar. İki şekilde çıkma şansımız vardı, Savcı teminatı kabul etmedi, deport edildik ama hemen cezaevinden çıkamadık, hemen çocuğumuza gidemedik.
Deportu mecburen kabul ettik. Cezaevinden üç kez çağrıldım, her seferinde tamam çıkıyorum oğluma gideceğim diye koştum ama belge için imza isteniyormuş.
Suçun karşılığı 3 ay ceza dendi ama biz zaten 6 aydır içerideydik ve hemen çıkabilirdik.
Mahkeme kararını çocuğumuza gitmek için kabul ettik ama yine de yasal prosedürler nedeniyle gidemedik, işlemler çok uzadı, tahliye olduk, vatandaş olmadığınız için Adıyaman’a direk uçamazsınız dendi, Adana üzerinden gidebilmek için arkadaşlar işlemleri başlattı ama çok kötü görünüyorduk, akşam uçağına gidersiniz, eve gidin dediler ve kızımızın yanına gittik.
Oğlumun durumu basına yansıdıktan sonra birçok kesim bize yardımcı olmaya çalıştı.
Cezaevinden çıkıp önce kızımızın yanına Mağusa’ya gittik, çok kötü görünüyordular, orada eşim fenalaştı, ambulans ile hastaneye kaldırıldı. Ben de Cezaevi’nde 2 kez atak geçirmişim, fenalaştım. Herkes şüphesiz kötüydü ama kimseye ulaşamamak, sadece gardiyanlardan bilgi almak, televizyonlardan durumu takip etmek beni bitirmişti.
Gardiyanlar vardiya değiştikçe bana bilgi veriyordu, çok ama çok yardımcı oldular.”
“Oğlumun tabut ile gelişini Ercan’da bekledim…”
“Hastanede biraz kendime gelince avukatımı aradım, toparlandım gitmek istiyorum dedim. Çocuklar çıkmaya başladı, Adana’dan gitseniz de yetişemezsiniz dedi, oğlum o sabah 7’de çıkarıldı, gitsem de yetişemeyecektim. Oğlumun tabut ile gelişini Ercan’da bekledim…”
“Zulüm içinde zulüm, trajedi içinde trajedi yaşadık…”
“Suçum varsa bileyim, cezam varsa bileyim çekeyim, ama öyle olmadı, sürekli bir şeyler engellendi, sürekli işler uzatıldı. Birisinin şikayeti üzerine üzerimize atılan iftira için oğluma hasret kaldım. Geçtiğimiz haftalarda tüm bunların iftira nedeniyle olduğu, gizli dosyada hiçbir şey olmadığı açığa çıktı. Zaten İçişleri Bakanlığı da bunun üzerine çıkabilirsiniz demiş. Sadece bir iftira yüzünden orada tutulduğumuz ve bu engellemelerin keyfi olduğu çok daha önceden ortaya çıkabilirdi.
Engel çıkarılmasaydı çalışma iznimizi yapıp üç gün sonra cezaevinden çıkarılacaktık. Bu engellendi. Muhacerete başvurumuz vardı, görünmüyordu, aftan faydalandırılmadık ama ekran görüntülerimiz var, başvurmuştuk… Çok büyük haksızlıklarla karşılaştık. ‘Duyumlar üzerine’, kendilerinin başı yanmasın diye bizim başımızı yaktıklarını ifade etmişler. Tüm bunlar canımızı çok yakıyor.
Çocukların ne hayata karşı güvenleri kalmıştı, ne adalete… Ben oğlumun gülen fotoğraflarını toplamaya çalışıyorum çünkü ben onu son zamanlarında hep mutsuz gördüm. Zulüm içinde zulüm, trajedi içinde trajedi yaşadık…”
“Evladımızı burada bırakıp gitmemizi mi istiyorlar?”
“Sözlü olarak bize yardımcı olacaklarının güvencesini verdiler, yıllardır buradayız ve vatandaş olma hakkımız var, bu da bir türlü sonuçlanmıyor, yasal vatandaşlık haklarımız da engelleniyor.
Bizim evladımızı burada bırakıp gitmemizi mi istiyorlar? Bir yandan şehit ailesi dediler, diğer yandan gönderecekler mi? Bir kişinin sözüyle yine aynı sıkıntıları mı yaşarız? Şimdi ne olacak?”
“Oğlumuz için kabrini ziyaret etmekten başka elimizden bir şey gelmez, kızımız için bu mücadeleyi veriyoruz ve korkuyoruz”
“Bizi gazetelerden arıyorlar, öğrenmek istiyorlar, her gelen şimdi ne olacak diye soruyor, bu durum bizi perişan etti. Kızım hiçbir basın kuruluşuyla görüşmemizi istemedi ama biz sustukça bu zafiyet olarak algılandı. Geçtiğimiz hafta dosyamız ortaya çıktı, avukatımız her yere bu belgeleri göndereceğini belirtti. Bu konuşmalar artık bitsin, bu durum artık açıklığa kavuşsun istiyoruz hepsi bu.
Oğlumuz için kabrini ziyaret etmekten başka elimizden bir şey gelmez, kızımız için bu mücadeleyi veriyoruz ve korkuyoruz.”
“Giderken öpüp koklayıp uğurlayamadık”
“Bu çok yıpratıcı. Yaşananlar zaten herkes için zor, çocuğunu öpüp koklayıp gönderen anne-babalar için de zor ama biz o kadarını bile yapamadık. Giderken uğurlayamadık. Giderken üzülüyordum, ‘şampiyon olarak dönecek, herkesin annesi hava alanında çocuğunu karşılayacak ama biz gidemeyeceğiz, çocuğum mağdur olacak’ diyordum. Sonra ‘göçüktekiler çıkıp annesine babasına sarılacak benim çocuğum orada kime sarılacak’ dedim ama hiçbirini de yaşayamadık…”
Son konuşma, son görüş, son dokunuş…
“Çok büyümüşsün dedim, beline sarıldım, artık sana yetişemiyorum, daha sık gel, seni çok özlüyorum dedim. Hep onunla ağlayarak görüştük, son görüşmemizde çok mutluydu çünkü sınav haftası bitmişti, tüm derslerden güzel notlar almıştı. Sayısal yetenekli bir çocuktu, sözel derslerde çok başarılı değildi, anne Kıbrıs Tarihi’nden 7 almışım, bu sefere söz 9 yapacağım demişti. Türkiye’ye gideceği için saçlarını kesmişti. Çok mutluydu, iyi ki de o son halini görmüştük, iyi ki de gelmiş… Yoksa onu hep o mutsuzluğuyla hatırlayacaktım. Bu nedenle onun sürekli gülümsediği fotoğraflarını arıyorum, onu mutsuz hatırlamak istemiyorum.”
Baba Mustafa Altak:
“Yasal olmayan hiçbir şey istemedik”
20 yıldır bu adada yaşadıklarını anlatan baba Mustafa Altak, “Bu sürede sadece 3 tane trafik cezam var, biz iki öğretmen olarak çok güzel insanlar yetiştirdik, binlerce öğrencinin hayatına dokunduk. Biz bu adada güzel çocuk yetiştirdik, insan yetiştirmekten başka bir şey yapmadık. Bunlar bizim yasal hakkımız, yasal olmayan hiçbir şey istemedik” dedi.
Cezaevinde haftada 2 gün telefonla görüşme hakkı bulunduğunu anlatan baba Mustafa Altak, bu süreçte, yasal prosedürler, dayanaksız iddialar üzerine yaşanan trajedinin kendilerini çok yıprattığını dile getirdi.
Altak, “Bir şey yapabilmek için her şey bir dilekçe ile yürüyordu. Çok uzuyordu. Oğlumla en son açık görüşte görüştük.” dedi.
Oğlunun arkadaşları ile paylaştığı bazı ifadeleri sonradan öğrendiklerini anlatan Altak, bu durumu göz yaşları içinde şöyle anlattı:
“En son gitmeden önce Perşembe günü telefonda görüştük, Cuma günü hava alanına gittiler. Aile yakınlarımız ‘ya çıkamazsan’ diye uyarmış, olsun demiş, gitmek istiyordu. Nitekim alanda çıkışına izin vermediler, Hocası Osman çok çabaladı, avukatlarımızı buldu, ilgilileri aradı, birilerine ulaştı, iki saat Ercan’da uğraşıp bilgi alabilmişler. Çok istiyordu, çok uğraştılar. Ümitleri vardı, arkadaşlarına ‘kupayı alıp Cumhurbaşkanına götürdüğümüzde annem ve babamı ona anlatacağım, çıkma şansları olur’ diye dillendirmiş.”